Aile Sicili

(Ali Feyzi Kızılkeçili’ nin anılarından alıntı yapılmıştır. Aslına olabildiğince sadık kalınmış, kullanılmayan kimi kelimelerin günümüz Türkçesindeki karşılıkları yazılmış ve noktalama işaretleri ilave edilmiştir.) ( Saliha Kızılkeçili Tuğlacı)

“Ortaçağ’ da Asya kıtasının göbeğinde yerleşmiş bulunan Oğuz Türkleri, doğudan batıya doğru akıp geliyordu. Bunların servetleri davar, sanatları çobanlık olduğundan büyük dağlar ve meraları takip ediyorlar idi. Horasan’dan çıkan bu akımın öncüleri olan cesur ve cengâver Oğuz Türkleri ta Akdeniz sahillerine dayandılar. Sahil gerilerinde, deniz korsanlarının ani baskınlarından korunaklı yerlerde yerleşmeye başladılar.

Bu meyanda Avcılar adında iki aile bugün “Aşağı Köy”, “Yukarı köy” adları ile ikisine birden “Avcılar Köyü adı verilen yerde mesken tuttular. İşte ecdadım Hacı Mehmet Oğulları unvanı ile Aşağı Köy ailesinden gelmiştir. Amcam Hacı Mustafa Ağa’nın rivayet ettiğine göre ecdadımız altı asırdan fazla Avcılar’da kalmıştır.

Avcılar Köyü’nde nüfus çoğalmış ve sonuç olarak ziraat ilerilemiş, hayvanlar için mera darlığı baş göstermeye başlamış idi.

KOCA HACI MEHMET

Hacı Mehmet Oğulları ailesinden Hacı Ahmet oğlu Hacı Mehmet, pek çok koyun sürüsüne sahip idi. Bu zat mera darlığından sıkılmaya başlamış idi; çünkü her gün şikâyet eksik değil, her rast gelen “Hacı Mehmet, bu senin koyunlarla halimiz ne olacak?” diyordu.

Bir gün hiçbir şeye sahip olmayan bir zat, “Hacı Mehmet, bu senin koyunlarla halimiz ne olacak?” der. O da “Benim koyunların sana ne zararı oldu ya! Senin bir tavşan yatacak kadar bile arazin yok.” diye cevap verir.  O da “Çanı başımı ağrıtıyor.” demesin mi?

Haklı, haksız şikâyetlerin türlüsünden sıkılmakta olan Hacı Mehmet, bu söz üzerine pek ziyade üzülerek Avcılar Köyü’nden ayrılmaya karar verir.

Zevcesi, refika-i hayatı Kızılkeçili’ den, “Mehmet Amcalar”, “Mollalar” namı ile süregelen ailedendir. Eşinin ailesi yanına hicret ederek orada yurt tutar. O vakit, Kızılkeçili kendi refikasının ailesinden başka Emir Hasanlar, Hacı Haliller gibi birkaç ailenin oturduğu bir yermiş. Hacı Mehmet’in Kızılkeçili’ ye ailesini getirmesi, yaklaşık 1160= 1744 tarihlerindedir.

Hacı Mehmet 1170= 1754 tarihinde ve Kızılkeçili’ deki bugün mevcut cami şerifi inşa eden (ki bugün bu cami-i şerifin mütevellisi benim.) Hacı Mehmet, cami-i şerifin tamamlanmasını takiben 1170 yılında vefat eder.(Allah rahmet eylesin.)

 

KOCA HACI İSMAİL

Hacı Mehmet Oğullarından Hacı Mehmet oğlu Koca Hacı İsmail, babasının yegâne varisidir. Zamanın pek mühim bir servetine sahip iken 1772’de o asrın Edremit derebeyi tarafından evi basılmış ve katledilmiştir. Sabahında yedi katır yükü nakdine de el konularak götürülmüştür.

 

KÜÇÜK HACI İSMAİL

Küçük Hacı İsmail, Koca Hacı İsmail’in oğlu ve yegâne varisidir. Babasının öldürüldüğü gece pek küçük olan bu çocuk sadık ve vefakâr Arap cariyeler tarafından ehramlara sarılıp yüklük altlarında saklamak suretiyle kurtarılmış olduğu için kendisine babasının ismi verilmiştir. 1795’te eceli ile vefat etmiştir.(Rahmet olsun.)

 

KÜÇÜK HACI MEHMET

Küçük Hacı İsmail vefatında, Mehmet, Osman isminde iki erkek ve Halime, Hatice isminde iki kız evlat bırakmıştır. Küçük Hacı Mehmet isimlerini bilmediğim Güre eşrafından Hacı İsmail Ağa, Hacı Ali Bey, .hacı Süleyman Ağa’nın babalarının hemşiresi ile evlenmiştir. Bu kadın bizim büyük nenemizdir. Bu zat  1817 tarihinde vefat etmiştir.(Rahmetullah)

 

SARI MUSTAFA AĞA

Sarı tesmiyesinin sebebi küçüklüğünde hastalanmış, ondan sonra babası “Sarı Mustafa’m” diye hitap ettiğinden böyle denilmiştir. Babası vefat ettiğinde Sarı Mustafa Ağa reşit olmadığından o zamanki kanuna göre arazi miras olmayıp, bedeli ile almaları en evvel varislere teklif olunur, almaktan geri dururlarsa o vakit başkasına satılırdı. Sarı Mustafa Ağa’nın annesi yeğeni Hacı Ali Bey, onun adına malları alacağını kendisine vereceğini söyleyerek onu kandırır. Yok pahasına arazileri alan yeğenine arazilerin bedelini verip kocasının mallarını evlatları için geri almak istediğini söyleyen büyük nenemiz reddedilir. Malları yeğeninin almasına izin veren kadıncağız sonradan kandırıldığını anlar. Hacı Ali Bey ile Sarı Mustafa arasındaki rekabetin sebebi budur. Hacı Mehmet Ağa’dan beş altı çocukla dul kalan cesur, çalışkan büyük valide evlatlarını pek gözel yetiştirmiş, Sarı Mustafa’ya okuma yazma öğretmeye bile muvaffak olmuş ki o zamana göre bu gayet zor bir şeydi.  Hatta benim bile yetiştiğim köy mekteplerinde Kur’an okumaktan başka bir şey öğretilmezdi. Sarı Mustafa Ağa reşit olunca validesi tarafından Güre eşrafından ve kendi akrabalarından Hacı İsmail Ağa’nın kızı Ümmahan Kadın ile evlendirilir. Koca Mehmet Ağa adında bir oğulları olur. Sarı Mustafa Ağa kereste ticareti yapmış, zamanla bu işi pek ilerletmiştir.  Bunları İskenderiye’den gelen Arap gemilerine yükler ve Mısır ile kereste muamelesi yapar imiş. Bu işten epey zengin olduğu hikaye edilirdi.

Gelelim sadede. 1845 senesinde Güre eşrafından Hacı Süleyman Ağa oğlu Hafız Ağa ile Ömer Ağa’nın kızı Rahime kadın evleneceklerdi. Her iki taraf  da servet sahibi olduklarından bu düğün pek mutantan olacaktı. Hafız Ağa Sarı Mustafa Ağa’nın hemşirezadesi olduğu gibi Rahime kadının babası Ömer Ağa da Sarı Mustafa Ağa’nın dayısı yani annesinin kardeşi idi. O vakit böyle mutantan düğünlerde dürü namı ile pek mühim kıymatlı hediyeler geldiğinden, bunları bir defterde tespit etmek, kimin tarafından gönderildiği bilinmek ve bu suretle hiçbir şey zayi edilmemesini ve buna göre her dürü getirenin vuku bulacak cemiyetine hediye götürmek adet idi. Sarı Mustafa Ağa’nın yazısı gözel olduğu için düğüne salı gününden gelüp dürüleri tesbit edivermesi rica olunmuş idi. Sarı Mustafa Ağa Güre’ye gitmek istemezdi fakat evlenen her iki taraf da pek yakın akrabası olduğu için gitmemek de muvafık değildi.

Sarı Mustafa Ağa’nın gayet eyi cins atı varmış. Salı günü sabahleyin atına binmiş, arkasına da büyük oğlu Mehmet Ağa’yı bindirmiş. Güre’ye hareket etmiş, çıtırlık mevkine varınca at şiddetli burun çalarak  ani surette geri dönerek koşmaya başlar. Bu binici Türk buna hiddetlenerek oğlunu atından indirerek mısır değneği ile döğerek yeniden yola sevk eder fakat at aynı yere geldikçe burun çalarak geri döner. Sarı Mustafa Ağa bir müddet düşünür; yol yakındır, yaya da giderim diyerek  Güre’ye yayan gider. Azatlı kölesi Arap Ali’nin anlattığına göre ailesi ve çocuklarını onun emriyle ertesi gün Güre’ye götürür. Düğün çok kalabalık, her tarafta boyuna silah atılıp ahenk edilir. Barut, kurşun bedava Hacı Bey tarafından verilir. O sırada Arap Ali’ye beyinin vurukmuş oluğu haberi gelir. Kurşun sol memesinin altından isabet etmiş, beyanatına göre bu kaza değil suikast imiş. Bunu yaptıran ise Hacı Ali Bey’dir. Yanında sadece bıçak olduğundan Hacı Ali Bey’e bununla saldırır ama elini kolunu tutan adamları sayesinde adam kaçar. Düğün kalabalığında silahı kimin attığı belli değildir, hasılı katili bulunmaz.

Cenazesinin köye getirilip defnedilmesinden sonra Çanakkale’den yanında bir mektupla misafir gelir. Sarı Mustafa Ağa’ya gelen mektup da şöyleymiş: “Kızılkeçilili Mustafa Ağa’ya. Seni yakın bir köyde akrabanızdan birinin düğününe davet edecekler, sakın o düğüne gitmeyin zira size suikast var.” Mektubu getiren adama “Dün Güre’de kurşunla vuruldu.” Deyince ah vah eder ve der ki: “ Kabahat bende oldu. Gönderen bu mektubu acele götür demişti. Benim çetmide işim zuhur etti de eğlendim, gecikmişim.”

Mektubu kimin yazdığı merakına düşüldü. Ben de bu hususta merak ettiğim için araştırdım. Çıkan sonuç şudur: Ulu yoldan geçen bir yolcuyu hırsızlar zincirli kuyuda soymuşlar. Bu soyulan adam çırılçıplak Kızılkeçili’ ye gelmiş. Sarı Mustafa Ağa da bu adamı giyindirmiş, teselli edüp gönlünü hoş etmiş. Mektubu yazan bu zat imiş. Şu halde taktirin önüne geçilmez. Sarı Mustafa Ağa köylüye çok yardım sever olduğundan ardından köylü epey ah vah eder.

 

İSMAİL AĞA

İsmail Ağa Sarı Mustafa’nın küçük oğludur ve benim de babamdır. İsmail Ağa’ya  “Efendi” veya “Bey” demek lazımdı çünkü hem asaleti hem de edebiyatta yüksek tahsil görmüş (İstanbul’da medrese okumuş ) bir zat idi fakat o asırda ağalık payesi daha yüksek paye addedilirdi. Hatta derebeylerine bile ağa denilirdi. İşte bu sebepten dolayı İsmail Ağa deye çağrılırdı. Şiir ve edebiyattaki ismi “Nami” dir. Sarı Mustafa Ağa vefatında, ilk hareminden Mehmet adında bir erkek, ikinci hareminden Halime adında bir kız ile İsmail adında bir erkek evlat terk etmiştir. Annesinin tekrar evlenip Güre’ye gelin gitmesiyle bir müddet Kızılkeçili’de kaldı. Sonra Edremit’te  annesinin babası  Mustafa Ağa’nın yanına yerleşti.. Kurşunlu namıyla bilinen Hakimzade Yusuf Sinan Efendi Medresesi Uşşaklı Osman Efendi’nin dersine devama başladı. Bir müddet Edremit’te tahsil ettikten sonra tahsilini tamamlamak için İstanbul’a gitti. Beyazıt civarında Papazoğlu Medresesine yerleşti. Merakı en çok edebiyata idi. Asıl merakı ise Farisî derslerine idi. Farisî’yi çok ilerletmiş idi. Anadili gibi konuşabiliyor idi. Konuşmak için adam arardı. Çocukluğumda evimizde köşesine yaslanır Farisî beyitler mırıldanırdı. Çok tekrar etmiş olacak ki bir tanesi aklımda kalmış: “Devlet-i be haran dâd-i nimeti lesekân /Boş men betemâşâyı cihan âmediyem.”  Manasını mektepte Farisî okuduktan sonra anladım: “Devleti eşeklere, nimeti köpeklere verirsin / Mahiyyetini bilmek için cihanın temaşası bana kafidir.”  Babam İsmail Ağa 23 yaşına kadar İstanbul’da tahsil etmiş idi. O zaman edebiyatın mihveri Farisî idi. Pederim de tahsilini o mecraya salmış idi. Fakat edebî bir ilmin böyle hicri köylerde ne kıymeti olur?

İsmail Ağa 1867 yılında amcasının kızı ile evlenmiş.  İsmail Ağa 1868 yılında doğan oğluna Ali adını vermiş. Annesi Ayşe Kadın da kendi dedesinin ismi Feyzi adını vermiş. İşte bu çocuk da benim.

Pederim köyde ziraat ile meşguldü ama iki senede bir İstanbul’a gider dostları ile görüşürdü. 1874 yılında  31 yaşında iken pek genç yaşında punta denilen zatürreye yakalanıp rahmet-i Rahman’a vasıl olmuş ve biz iki kardeşi pek küçücük yetim bırakmıştır.”

*Ali Feyzi Kızılkeçili’nin üç erkek evladı olmuştur: İsmail Nami, Mehmet Naci, Hüseyin Fâzıl.

*Oğlu İsmail Nami Kızılkeçili’nin dört evladı olmuştur: Nigar (Temelli) Mehmet Yılmaz Kızılkeçili, Fatma Aliye Nurol (Türkoğlu) , Feyzi Kızılkeçili

Merhum Nigar (Temelli) nin dört çocuğu olmuştur: Esat Temelli, Aysu Arısoy, Berrin  Yağcı Mehmet Temelli

Mehmet Yılmaz Kızılkeçili’nin üç evladı olmuştur: Seniha (Taşan) , Saliha (Tuğlacı), Eren Kızılkeçili
Fatma Aliye Nurol (Türkoğlu)nun iki kızı olmuştur: İpek Türkoğlu, Oya  Çaka
Feyzi Kızılkeçili’nin üç evladı olmuştur: Hülya  Okutan  , Cemaliye Dervişoğlu  , Neşet Kızılkeçili